Bilgiler > Zeytindağı'ndan alıntılar
Zeytindağı'ndan alıntılar
"Suriye, Filistin ve Hicaz’da:
- Türk müsünüz?
Sorusunun birçok defalar cevabı:
- Estağfurullah! idi.
Bu kıtaları ne sömürgeleştirmiş ne de vatanlaştırmıştık.
Osmanlı İmparatorluğu buralarda, ücretsiz tarla ve sokak bekçisi idi..."
(Falih Rıfkı Atay, Zeytindağı)
***
Falih Rıfkı Atay, Birinci Dünya Savaşı’nda Suriye ve Kudüs’te Cemal Paşa'nın emir subayı olarak bulunmuştu. "Zeytindağı" adlı eserinde o zamanki Kudüs’ü, cepheyi ve o günün insanlarının ruh yapısını, Arapların Türklere bakışını ele almaktadır.
"Çıplak İsa, Nasıra’da marangoz çırağı idi; Zeytindağı’nın üstünden geçtiği zaman, altında kendi malı bir eşeği vardı. Biz Kudüs’te kirada oturuyoruz. Halep’ten bu taraf geçmeyen şey yalnız Türk kâğıdı değil, ne Türkçe ne de Türk geçiyor. Floransa ne kadar bizden değilse, Kudüs de o kadar bizim değildi. Sokaklarda turistler gibi dolaşıyoruz.”
"... Ticaret, kültür, çiftlik, endüstri, binalar, her şey Arapların veya başka devletlerin... Yalnız jandarma bizim idi; jandarma bile değil, jandarmanın esvabı."
"Osmanlı saltanatı som bürokrat iken, bürokrasi bile tam-Arap, yahut yarı-Arap’tır. Türkleşmiş hiçbir Arap görmedikten başka, Araplaşmamış Türk’e az rast geliyordum."
Atay, Osmanlı'nın, Arap coğrafyasına kök salmamadığını gözlemlemişti.
“Suriye, Filistin ve Hicaz’da ‘Türk müsünüz?’ sorusunun birçok defalar cevabı ‘Estağfurullah’ idi. Bu kıtaları ne sömürgeleştirmiş ne de vatanlaştırmıştık. Osmanlı İmparatorluğu buralarda, ücretsiz tarla ve sokak bekçisi idi."
"Eğer medrese ve şuursuzluk devam etmiş olsaydı, Araplığın Anadolu yukarılarına kadar gireceğine şüphe yoktu."
“Kudüs’ün en güzel yapısı Almanların, ikinci en güzel yapısı yine onların, en büyük yapısı Rusların, bütün öteki binalar İngilizlerin, Fransızların, hep başka milletlerin idi… Geç kalmıştık. Artık ne Suriye, ne de Filistin bizim idi. Rumeli’yi kaybetmiştik. Lübnan havası bize Dobruca havasından yüz kat daha yabancı idi. Fakat her yere ‘bizim’ diyorduk.”
Osmanlı yönetimi “Halep’ten Aden’e kadar süren o koca memlekette” bir Arap meselesi olduğunu düşünür. Atay’a ise gerçekte böyle bir mesele olmadığını belirtir:
“Arap meselesi denen şey Türk düşmanlığı hissi idi. Bu hissi ortadan kaldırınız, Suriye ve Arabistan meselesi Arap saçına döner, karmaşıklığın içinden çıkamazsınız.”
Atay’a göre, Osmanlı Anadolu’dan esirgediği serveti ve çabayı Arap coğrafyasına harcamıştı, ama oralara dökülen emek ve servet boşa harcanmış, heba edilmişti:
“Hiçbir tarafı yapılmamış olan bir vatanın bayrağı Kahire’ye dikilmek için havaya giden bu enerji, boş Anadolu’yu zengin ve ümranlı bir vatan yapmak için hiçbir vakit kullanılmadı. Türk, harbde kullanılmış, kıymetlendirilmiş, destanlaştırılmış, sulhte ise bırakılmıştır.”
(*) Falih Rıfkı Atay, Zeytindağı (Pozitif Yayınları, İstanbul, 2017, s. 43-50, 136.
Şu sözler de o bölgeyi iyi bilen Atatürk'e ait:
"Milletimiz, asırlarca, bu vâhi (anlamsız) nokta-i nazardan hareket ettirildi. Fakat ne oldu? Her gittiği yerde milyonlarca insan bıraktı.
Yemen çöllerinde kavrulup mahvolan Anadolu evlâtlarının miktarını biliyor musunuz? (...)
Suriye’yi, Irak’ı muhafaza etmek için, Mısır’da barınabilmek için, Afrika’da tutunabilmek için ne kadar insan telef oldu, bunu biliyor musunuz? Ve netice ne oldu görüyor musunuz?"
(Atatürk, Nutuk, 1927, C.II, TTK Yayınları, Ankara s.946)
Falih Rıfkı Atay'ın şu sözüyle bitirelim: "Geçmişten ders alınmazsa geçmiş geçmeyen olur."
***