Temelelektronik.info

Bilgiler > Duydunuz mu? Bayer Monsanto'yu satın aldı



Duydunuz mu? Bayer Monsanto'yu satın aldı

siz de duydunuz mu? bayer monsanto’yu satın aldı.

hani, hepimizin dostu, dünyanın en ‘masum’ hapı aspirin’i üreten, alman kimya devi bayer var ya?

adı kötünün kötüsüne çıkmış, mahallenin affedersiniz şeyi durumundaki, “gdo’cu şeytan” monsanto’yu satın aldı.

hem de 66 milyar abd doları verip aldı.

sen şurada iki paralık siklamen için sekiz saat düşün, adam şak bastı 66 milyarı, kaptı şeytanı.

çok para, türkiye’nin yıllık ihracatı 150 milyar dolar.

düşün işte.

bayer böylece, tüm dünyada tohum üretiminin %35’ini ele geçirdi.

daha da önemlisi, monsanto’nun elindeki biyoteknoloji altyapısını aldı.

monsanto kimdir, ne yapar?

bilmeyenler için söyleyelim, bu arkadaşlar gdo denilen, genetiği değiştirilmiş organizma üretme konusunda çok bitirimler. özellikle, mısır, soya, pamuk gibi endüstriyel bitkilerin, genetik müdahale yapılmış tohumlarını üretiyorlar.

dünyayı açlıktan kurtaracaklar.

yaaa… siz ne sanmıştınız?

gıda alamayacak kadar yoksul olanlara, bedava tohum…

değil tabii, tam tersi onların ellerindeki yerel tohumların da patentlerini alıp, çiftçileri kendi ürettikleri tohumlara mahkum ediyorlar.

ne avantajı var gdo’lu tohumun?

üretim aşamasında bazı kolaylıklar getiriyor (-muş) gibi, mesela tohumu ektin, bitki çıktı ama onunla birlikte bir sürü bitki de çıkıyor tarlada. onları istemiyorsun. ne gerek var, senin bitkinin suyunu, besinini tüketecek, zaman gelip senin ürününü boğup, öldürecekler hatta. bunun için çapa yapıyorsun, yine çıkıyor, yine çapa … ya da, seçici herbisit dedikleri kimyasallar var, senin bitkiyi öldürmüyor ama bazı bitkileri öldürüyor. bu da yeterli değil ama, yine tarlanda yabancı ot oluyor.

monsanto’nun geliştirdiği roundup adında bir kimyasal var. roundup bir total herbisit. yani, toprağın üstüne püskürtüyorsun bu mereti, ne kadar canlı bitki varsa, öte aleme transfer ediliyor.

nasıl mı? içinde bitkilerdeki (ve bazı bakterilerdeki) biyolojik süreçleri durdurarak. bitkilerdeki gelişmeyi engelleyen glyphosate adında bir basit molekül var.

monsanto’daki abiler bir tohum üretti, adına “roundup ready” dediler. yani, o ot katilini toprağa püskürtüyorsun, bitki adına ne varsa ölüyor, ama senin monsanto’dan aldığın gdo’lu bitki sapasağlam ayakta.

nasıl?

asrın kerameti, hay mübarek…

böylece mısırı, pamuğu, soyayı çapa yapacağım, tarlayı yabani otlardan arındıracağım diye uğraşmıyorsun, tüm tarla, toprağın tüm besinleri senin ektiğin tohumdan çıkan ürüne ait.

buradan hareketle, “gdo’lu tohumun verimi yüksek” diyorlar.

bu sihirli roundup ‘ilacı’nın etkili maddesi glyphosate pek hayra alamet bir ‘şey’ değil. iddialar o ki, bu mendebur kansere yol açıyor. dünya sağlık örgütü’nün bir yan kurumu olan uluslararası kanser araştırmaları kurumu (ıarc) herbisitlerde kullanılan glyphosate maddesinin büyük olasılıkla kansere yol açtığını açıklıyor[1]. glyphosate konusunda avrupa’da yasaklanması üzerine ciddi direniş var.

ab, büyük tartışmalardan sonra, kullanım izinlerini bir süre daha uzattı.

iş burada bitmiyor tabii, bir süre sonra kurbanlar (tarladaki yabancı otlar) roundup ile üstlerine sıkılan glyphosate miktarına alışıyorlar ve çiftçinin yüzüne güle güle “adım thomas, glyphosate bana komaz” gibi, yerel sululuklar yapıyorlar, ki ayıp.

bu defa şirket, glyphosate içeriğini artırıyor. bir süre sonra, ‘yabaniler’ o miktara da bağışıklık sağlıyorlar… “bak şimdi öldün namussuz ot” dalaşında, papazı bulanlar, glyphosate biriktirmiş bitkilerle beslenen tavuklar, sığırlar, topraklar, insanlar ve o toprakta yaşayan diğer canlılar, topraktan sızan sular, suların gittiği yerlerde bulunanlar oluyor.

kısa sürede tarım alanlarındaki yabanıl bitki alemi roundup’a karşı bağışıklık kazandı, satışlar düşer gibi oldu, yeni kimyasallar çıktı, ama monsanto da bu arada cebini doldurdu.

diyorlar ki, sadece 2015 yılında 4.7 milyar dolarlık herbisit sattı (büyük bölümü roundup), bunun 1.9 milyarı karmış.

neyse, geçelim bu konuları, konunun özüne daha yaklaşamadık bile, güya “evimizin meleği bayer, ne demeye aldı bu şeytanı?” üzerine laflayacaktık.

sahi, bayer’in melekliği nereden geliyor?

haydi gelin, dalalım dedikodu havuzuna.

ıg farben’i duydunuz mu?

duymadınız!

ıg farben, 1925 yılında kurulmuş bir alman kimya devi.

zamanın en büyüğü. çok çok büyük, öyle böyle değil, çok …

bütün kimya devleri birleşip kurdular.

1938 yılında 218.000 çalışanı vardı, hesap et gerisini.

almanya’dan sonra ıg farben us de kuruldu amerika’da.

hızla, dünya çapında bir kartel oldular.

ı. dünya savaşı sıralarında dünya’nın en büyük kimya şirketi idi.

ilk antibiyotiği onlar buldu. ünlü kimyagerleri otto bayer poliüretan sentezini keşfetti, keşfetti de ne oldu? esnek veya esnemeyen köpükler, süngerler, sert plastik malzemeler, yataklar, ayakkabı tabanların, prezervatifler ve daha neler neler hayatımıza giriverdi.

düşünsene, adamların şirketinde, kısa sürede en az dört nobel ödüllü bilim insanı çıktı.

bu arkadaşlar tarım kimyasalları, fotoğraf filmleri, beşeri ilaçlar ve bir sürü farklı ürün ürettiler.

ama nereye kadar? prezervatif üret üret, nereye kadar?

zaten o günlerde, bu malzemeye ihtiyaç da yok.

baktılar olacak gibi değil, “abi bu işte deli para varmış” diye gaza gelip, zyklon-b gazı işine girdiler.

o günlerde naziler, işe yarayan yahudileri madenlerde köle yaparak öğütüyor, kalanlar da kamplarda öte tarafa havale.

ama nasıl?

toplu ölüm kolay iş değil.

binlerce insan var karşında, arkası da katar katar geliyor.

kurşuna dizsen, infazcılar toptan kafayı yer.

düşünsene, ne kadar sapık ruhlu katil olsan da kolay değil, günde binlerce insanı, tüfekle pata küte öldüüüür, öldüüür, öldüüüüürrr …

bunları bir odaya istif edip, karbondioksit versen, hem pahalı, hem garantisi yok.

zyklon b gibisi yok. hem ucuz, hem hızlı etkili… bir sıkıyorsun, pısssss…. ortalık tertemiz.

ıg farben yetişir nazilerin yardımına ve sayısız insan, o kamplarda zyklon-b ile can verir.

ıg farben’in kurucusu şirketlerden biri basf, diğeri bayer (her birinin hisseleri %27.4).

diyeceksin, “bu nasıl melek?” eee, azrail’de melek değil mi?

ıg farben, ayrıca kauçuk ve kömür işletmelerinde savaş tutsaklarını köle olarak da çalıştırır. kauçuk konusu tam bir trajedi, hiç girmeyelim, çıkamayız.

savaş bitince ıg farben’in abd ayağıyla ilgili belgeler yok edilmiş, eh haliyle[2].

şirket yöneticileri nürnberg mahkemesinde yargılanırlar ama onların davası hızla sonlanır, ceza alan yöneticiler en fazla iki yıl sonra serbest kalır, çünkü savaş sonrası almanya dosttur ve yeni düşman komünistlerdir, onlara karşı alman kimya sanayine ihtiyaç olacaktır.

ıg farben yöneticilerinden olan ve nürnberg mahkemelerinde yargılanan ve ceza alan wilhelm mann ve heinrich hörlein, savaş sonrası (1950) yeni kurulan bayer ag’nin yönetim kurulu üyeleri olurlar.

savaş yıllarında, bayer’in kimyacıları bir yandan aspirin üretirken, bir yandan da organofosfat bileşiklerinin son derece güçlü bir zehir olduğunu keşfederler. bu keşif onlara savaşlarda kullanılan sinir gazlarını (serin, soman, tabun gibi) üretme fırsatı verir.
“ee biz ürettik birileri de tüketir” herhalde diyerek, ürünlerini piyasaya çıkartırlar.

bayer’de işler büyüdükçe büyür. gün gelir güney afrika’da amerikan kimya devi dow ile birlikte dünyanın en büyük krom madenlerini işletirler; gün gelir eroini keşfedip üretirler; gün gelir kongo cumhuriyeti ve ruanda’da koltan (kolumbit) madenleri üzerinde çevrilen oyunlara ve bunun sonucunda milyonlarca kişinin ölmesinde rol oynarlar.
vietnam savaşında kullanılan ünlü pestisit agent orange’ı da mı bayer üretti yoksa?

yok, o kadar değil, onu bayer’in krom işindeki ortağı dow kimya üretti.

dow da çok çalıştı, nerede savaş, orada bunlar. bir yandan hardal gazı, bir yandan napalm bombası, bir yandan tarım ilacı.

abd ordusu eski napalmları yetersiz bulunca, dow kimyayı tatlı bir dille uyarır. dow daha güçlü napalm bombaları imal eder. böylelikle piyasanın gurur kaynağı napalm-b ortaya çıkar. özelliği, müthiş sıcaklık oluşturup ne var, ne yok bir çırpıda yakıp kavurmasıdır.

ha, unutmadan, dow ile birlikte vietnam’da abd ordusunun kullandığı agent orange’ı üreten diğer firma da monsanto dur.

yaaa, bizimkiler o zamanlardan iş başındaydılar, sen onları mısır tohumu üreterek işe başladılar san.
daha da geçmişe bakarsan, monsanto’nun ilk üretimlerinden biri aspirin.
bakın sen şu işe!
monsanto, 1917’de bayer’den izin alıp başlamış aspirin üretmeye.
bakmışlar aspirin satıp zengin olunmuyor, onlar da bayer’in yolunu izleyip ıı. dünya savaşı sırasında askeri amaçlı kimyasal üretmeye karar vermişler. roket yakıtlarında kullanılan sentetik kauçukla başlayıp, tnt ve vietnam’a atılan agent orange’a kadar bir dizi sempatik şey üretmişler, insanlık ve barış için tabii.

sonra, aradan yıllar geçti, savaşlar biçim değiştirdi, bu iki kafadar tohum üretimine girdiler, bir de tarım için kullanılan pestisitlerin üretimine.

amaç, dünya aç kalmasın. sizin anlayacağınız, insanlık ülküsü hiç eksik olmadı kalplerinden.

biri aspirin üretiyor, biri mısır.

aspirinin dolgu maddesi ne? mısır nişastası.

daldan dala atlıyoruz ama, hani belki merak edenler olmuştur, “bu dow ne hallerde?” diye. dünya kimya sanayindeki devlerden biri olan dow kimya bu günlerde dupont ile birleşiyor. 130 milyar abd doları tutarında bir birleşme bu. (dupont evlerimizde kullandığımız, mutfakların en şahane malzemesi teflon tava-tencerenin üreticisi, tefloncu yani arkadaşlar. altı teflon, üstü pilav… o da masum. masumiyet adına, sırf barış için dupont, abd’nin japonlara attıkları atom bombasını üretti).

bu yukarıda adı geçen ‘saygıdeğer’ kuruluşlar, bayer, monsanto, dow, dupont’a, bir de syngenta ve basf eklendi mi olurlar mahşerin altı belalısı.

gdo’mu?

akla bu isimlerden başkası gelmez.

endüstriyel gıda üretimi mi?

yine bunlar.

tarımsal kimyasallar mı?

başka isim yok.

ortak özellikleri, geçmişte kitle imha silahları üretmişlikleridir.

bu şirketler küresel tarımı ellerinde tutuyorlar şimdi. (tarımsal kimyasalların %80’i, tohum üretiminin de %65’i, arge tümüyle bunlarda).

buralara kadar gelmiş, eyyy sabır abidesi okur, “ne demeye satın aldı bayer, monsantoyu?”gibi anlamlı soruyu, şimdi sorabiliriz.

sence neden?

dünya gıda üretimini ele geçirmek için mi?

hiç sanmıyorum.

gıda devri bence sona erdi. gıda üretimi karlı ve stratejik olma özelliğini yitirdi. zenginlerin tüketerek bitiremeyecekleri kadar gıdaları var. orta halli milletlerin de, eh işte.

gıdaya ulaşamayanlar, yoksullar. onların paraları da yok, kaynakları da. yoksul olanlar için ne şirketler ilaç üretiyorlar, ne tohum, ne de teknoloji. çünkü, onları sürdürülebilir soymak mümkün değil. ne yapabilirsin ki? ellerinden toprakları almaya kalktılar afrikalıların, pişman olup geri verdiler bir kaç yıl önce. pazara uzak, işçi yok, yan sanayi yok, teknolojik altyapı yok.

gıda üreterek para kazanmak, dünya hakimi olmak devri bitti kısaca. şimdi biyoteknoloji devri başlıyor. medikal biyoteknoloji, endüstriyel biyoteknoloji ve agro biyoteknoloji olarak üçe ayrılıyor ki, her üç başlık bayer’in varoluş amacıyla bire bir örtüşüyor.

medikal biyoteknoloji ile aşılar, hedefe kitlenen yeni antibiyotikler, doku kültürleri, kök hücre uygulamaları, gen aktarımları ile kalıtsal bozukluklara müdahale veya bozukluğu olmayanlara müdahale…

genlerle oynamak tehlikeli ancak kabul etmek gerekiyor ki, aynı zamanda heyecan verici de. hele de, mısır, fasulye üretmekle kıyaslandığında, gelecek için çok farklı bir evrimsel sıçrama hamleleri planları yaptırır insanlara.

sen buna bir de endüstriyel biyoteknoloji ile açılacak enerji konusunu ekle, bir de robot teknolojisi ve yapay zeka. şimdi, başarabilirsen, bu açılan kapıdan bir 100 yıl sonrası dünyanın halini çizmeye çalış.

o zaman bayer neden monsanto’yu satın aldı?

bence, bayer monsanto’nun teknoloji altyapısına sahip olmak istedi, bir de abd’yi bu alanda zayıflatmak.

geçenlerde biri söylüyordu, “dünya savaşları hep anglo sakson toplulukları ile almanlar arasında çıkmıştır” diye. böyle bir beklenti mi var? yeni dünya savaşı, yine ingiltere + abd ile almanya + rusya arasında çıkacak diye?

bu gibi cümleler dedikodunun ileri boyutları, lakin almanya’nın bir dünya devi olmak yolunda dolu dizgin ilerlediğini de kabul etmek gerekiyor. ab’nin tek patronu oldu(ingiltere bu yüzden mi çekildi?).

savaş çıkar mı bilmem, “çıkmasın” diyelim. benim düşüncem şu ki, tüm bu hamleler insanın evrimsel olarak ulaşacağı yerlere dair bir öngörü üstüne yapılıyor. bu arkadaşlar paralarını nereye harcıyor? al işte, geleceğin yönü çıktı önüne. bir zamanlar barut, zehirli gaz, bomba imal ettiler, gördük ki cephelerde savaşlar devri başladı. sonra, tohum ve herbisit işine girdiler, gördük ki, devasa gıda üretimi gündeme geldi. şimdi, konumuz biyoteknoloji.

ille savaş senaryosu gerekiyorsa, senaryonun araçlarını biyoteknoloji üstünden üretmenizde yarar var.

[1] http://www.thelancet.com/…/piis1470-2045(15)x7178-6
[2] http://reformed-theology.org/…street/chapter_02.htm
sunay demircan/ortakhaber.com


sonraki bilgi:      Kapsayıcı Eğitime uymayan öğretmen

önceki bilgi:       OECD Better life index - site

 
 

Bu sayfaya 275  defa bakıldı


Bu internet sitesi kar amacı gütmemektedir. Bu içeriğin siteden kaldırılmasını istiyorsanız alttaki butonu kullanarak içeriğin kaldırılması için istekte bulunabilirsiniz.